Dünya

Edebiyatımızda Hz. Peygamber (s.a.)

Allah sevgisinden sonra gelmesi gereken sevgi ise Hz. Peygamber sevgisidir. Çünkü, Hz. Peygamber, bizzat Cenab-ı Allah tarafından “Habibullah” yani Allah’ın sevgilisi olarak vasıflandırılmıştır. Bu yüzden Hz. Peygamber için selam ve salavat getirilmesi bizzat Kur’an-ı Kerim’de bildirilen bir emirdir. Hz. Peygamber, aynı zamanda Müslümanlar için bir önder, bir örnek, ufuk bir şahsiyettir. O’nun ahlakı, Kur’an ahlakıdır. Bu durum O’nu sevmenin yanında O’nu tanımayı ve örnek almayı da gerekli kılmaktadır. İşte yazar ve şairlerimiz, bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için bireysel anlamdaki içsel sevme, tanıma, bilme ve örnek alma görevlerini, O’nu selamlamayı ve O’na ve salavat getirmeyi; O’nunla ilgili şiirler, kitaplar yazma şekline de dönüştürmüşlerdir. Bu durum edebiyat tarihimizde, pek çok edebi türde Hz. Peygamberin değişik yönlerini anlatmak, dile getirmek üzere bir “peygamber edebiyatı” oluşturulmasına sebep olmuştur. Türk-İslâm Edebiyatı ve diğer Müslüman toplulukların edebiyatları, Hz. Peygamberle ilgili sayısız denecek ölçüde şiirlerle doludur. Özellikle Türk edebiyatı bu anlamda çok zengin bir edebiyattır. Tarih boyunca Hz. Peygamber için neredeyse şiir yazmamış hiçbir divan ve tekke şairi yoktur demek mümkündür. Halk edebiyatımızda, Tanzimat ve sonrasında ve günümüzde de bu gelenek devam etmektedir.

Edebiyatımızda, Hz. Peygamberle ilgili olanlar çok önemli ve hacimli bir yer tutan bu eserlerin başlıcaları şunlardır:

a) Sîret (Siyer-i Nebi):

“Siyer”ler Hz. Peygamberin hayatını kısmen yahut tamamen anlatan manzum ve mensur eserlerdir.

Türk Edebiyatında ilk siyer kitapları tercümeye dayalıdır. 14. asırda Kadı Darîr’in “Kitab-ı Siyer-i Nebi”si bu türün ilk önemli eseridir. Nesir türündeki bu eserden sonra siyerler, manzum olarak da yazılmaya başlandı.

Yazıcıoğlu Mehmed’in nazmen tercüme ettiği Muhammediye, Türk Edebiyatındaki en önemli siret-i nebi örneğidir. Cumhuriyet devrinde bu alanda önemli iki eser Necip Fazıl Kısakürek tarafından yazılmıştır. Bunlardan ilki Çöle İnen Nur adındaki mensur eserdir. Peygamberimizin hayatı Veysi’nin siyerinden sonra ilk kez bu eserde sanatçı yaklaşımı ve duyarlığı ile yazılmıştır. Daha sonra bu eserin manzum şekli diyebileceğimiz nüshası “Esselam” ismiyle yayımlanmıştır. M. Asım Köksal’ın iki bin beyit civarındaki “Peygamberimiz” isimli manzum eseri bu türün en son örneklerindendir.

b) Mevlid:

Mevlid türündeki eserler, her ne kadar mevlid kelimesi “doğum” anlamına gelmiş olsa da sadece Hz. Peygamberin doğumundan bahsetmezler. Mevlidlerde Hz. Peygamberin hemen bütün hayat safhaları, mucizeleri yer alır. O’nu öven bölümlere de yer verilir. Mevlidler bu yüzden siyer, şemail, magazi gibi eserleri kaynak olarak almışlardır. Türk Edebiyatında İlk Türkçe mevlid metni ise genel kabule göre Süleyman Çelebi’ye ait olan “Vesiletün-Necat”tır. Sonradan 200’ün üzerinde bu kitabı temel alan eser yazılmıştır. Fakat hiçbiri onun şöhretini yakalayamamıştır. Mevlid yazarları arasında Germiyanlı Ahmedi, Sinanoğlu, Ebu’l Hayr, Halil, Hamdi, Ahmet gibi isimler sayılabilir. Bu türün son önemli eseri ise Alvar imamı namıyla bilinen Muhammed Lütfi’nin eseridir. Günümüz şairleri arasında bu konuya yer veren M. Akif İnan’ı, Bahaattin Karakoç’u, Bestami Yazgan’ı ve Seyfettin Ünlü, Fatih Okumuş’u sayabiliriz. Yalnız bu şairlerin eserleri müstakil mevlidler olmayıp Hz. Peygamberin doğumundan ve hayatının diğer hadiselerinden bahseden eserler olarak görmek gerekir.

c) Bi’set-nâme:

Bi’set-nâmeler peygamberimize peygamberlik görevinin verilişini anlatan eserlerdir. Türk edebiyatında bu türün en önemli örneği Şeyhülislam İshak Efendi’nin Bi’set-nâme’sidir. Mesnevi nazım şekliyle yazılan bu eser, peygamberimizin peygamberlikle görevlendirilişinden vefatına kadar geçen 23 senenin olaylarını anlatmaktadır. Bi’set-nâme’nin beyit sayısı da Hz. Muhammed’in peygamberlik müddeti kadar olup yani 23 tür. Eser, sade dili, külfetsiz ifadeleri, lirizmi ile dikkat çekmektedir. Eserde Peygamberimizin doğuşu ve peygamberlik çağına gelişi birkaç beyitle özetlendikten sonra vahye muhatap oluşu uzun bir şekilde anlatılmıştır.

d) Mucizât-ı Nebi:

Peygamberimizden ay’ı parmağının bir işaretiyle ikiye bölmesi, güneşin geri döndürülmesi, kütükten ağlama sesi duyulması, ağaçların yürümesi ve selam vermesi, cılız bir koyundan bol süt sağması, göğsünün yarılması ve Miraç mucizesi… gibi pek çok mucize sadır olmuştur.

Hz. Peygamberin miraç dışındaki mucizeleri müstakil olarak veya divanlar içerisinde nazmen işlenmiştir. Halk tipi mesneviler arasında da bu tür eserler vardır. Bunlar arasında Kirdeci Ali’nin Güvercin Destanı, Kesikbaş Destanı, İzzetoğlu’nun Tavus Mucizesi, Sadrettin’in Geyik Mucizesi sayılabilir. Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inde ve Yazıcıoğlu’nun Muhammediye’sinde Peygamberimizin hemen bütün mucizeleri yer almaktadır. Günümüz şiirinde de M. Asım Köksal, N. Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç’un Peygamberimizle ilgili şiirlerinde mucizelere yer verilmiştir.

e) Mirâciye:

Peygamberimizin yaşadığı Miraç olayı, sonradan miraçname veya miraciye adı verilen eserlerde konu olarak işlenmiş, bu olayı anlatan pek çok müstakil eser yazılmış, bazılarında ise bu olaya yer verilmiştir. Mirâciye yahut miraçnâmeler, Hz. Peygamberin miracından bahseden müstakil yahut parça olarak yazılmış eserlerdir. Bu eserler hem manzum hem de mensur olarak yazılmıştır. Miraciyeler, hem müstakil hem de mürettep divan ve mesnevilerin başlarında yer almakla birlikte bazı mevlid ve hilye gibi eserlerde de bir bölüm halinde yer almaktadır. Yine pek çok eserde kimi dörtlük ve beyitlerde miraç hadisesine temas edilmiştir. Şu ana kadar bilinen ilk Türkçe miraçnamesi Ferhadüddin Attar isimli bir yazara ait 840/1436 yılında Uygur harfleriyle istinsah edilen eserdir. Nesir halindeki bu eserden sonra manzum olarak da pek çok miraçname yazılmıştır. Abdülvasi Çelebi’ninki en eski miraciyelerdendir. Türk Edebiyatındaki meşhur miraçname yazarları şunlardır: Seyyid Nizameddin Seyfullah, Nevâizâde Atai, Neşâti Dede, Nabi, Nayi Osman Dede, Seyyid Vehbi, Bosnavi Mehmed, İsmail Hakkı Celveti, Halk edebiyatında Yunus Emre, Hatayi, Aşık Tokatlı Nuri’den söz edilebilir. Cumhuriyet sonrasında Abdullah Azmi Yaman 1936 yılında kaleme alınan ancak baskısı 1948’de gerçekleşen eseriyle anılması gereken Miraçnâme şairidir. Günümüz edebiyatında da Necip Fazıl, Sezai Kara- koç Şükrü Karaca, M. Necati Bursalı gibi şairler miraç konulu şiirleriyle tanınmaktadırlar.

f) Gazavât-ı Nebi:

Peygamberimiz İslâmiyet’i tebliğ ederken hicret sonrasına kadar savaşmaktan daima uzak durmuş: “Biz, bununla emrolunmadık.” buyurarak savaşa müsaade etmemiştir. Fakat, hicretten sonra da müşriklerin tecavüz ve saldırıları devam etmiş, bu olaylar üzerine Cenab-ı Hakk tarafından müşriklere karşı kendilerini korumaları konusunda savaş yapmalarına izin verilmiştir.

Hz. Peygamberin savaşları pek çok eserde konu edilmiştir. Bu konuyu müstakil olarak işleyenler de vardır. Mesnevi tarzında yazılan bu tür eserlerin en ünlü örneği Tursun Fakı’nın Kıssa-i Mukaffa isimli eseridir. Fakat diğer türlerde olduğu gibi ortaya çok sayıda eser çıkmamıştır. Buna rağmen Hz. Peygamberi konu edinen mesela Muhammediye’de olduğu gibi, siret, na’t türü eserlerde kısmi olarak savaşlara da temas edilmiştir. Günümüz edebiyatında ise N. Fazıl Kısakürek’in Esselam ve M. Asım Köksal’ın Peygamberimiz isimli eserlerinde hemen bütün savaşlar, gazâlar manzum olarak anlatılmıştır.

g) Hicret-Name:

Hicret, gerek Hz. Peygamberin hayatında gerekse İslâm tarihinde çok önemli bir olaydır. Bilindiği üzere peygamberimizin İslâm’ı yayma mücadelesi Mekkeli müşriklerce on üç yıl engellenmeye çalışılmış, Müslümanlara yönelik pek çok zulüm ve baskı yapılmış bütün bunların sonucunda Müslümanlar Mekke’den Medine’ye göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu olay esnasında vuku bulan, mağaranın ağzının örümcek ağlarıyla örülmesi, güvercinin yuva yapması, Hz. Ebubekir’in büyük bir teslimiyet içerisinde Peygamberimizle olması, onların peşine düşen Süreka’nın atının bacaklarının kumlara saplanması gibi olaylar hicretnamelerin en önemli konularını teşkil etmektedir. Bu konudaki en önemli eser Süleyman Nahifi’nin yaklaşık 800 beyitlik Hicret’i Nebi’sidir. Günümüz edebiyatında da hicrete dair çok sayıda şiir yazılmıştır. Bu konuda Mustafa Miyasoğlu Hicret Destanı isimli müstakil bir kitap yayımlamıştır. Ayrıca Mustafa Tahralı, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Fatih Okumuş, Niyazi Yıldırım, M. Ruhi Şirin bu konuda şiirler yazmış isimlerdir.

h) Vefat-nâme:

Hz. Peygamberin doğumu nasıl sevinç kaynağı olarak sevinç şiirlerinin yazılmasına sebep olmuşsa, irtihali de o ölçüde üzüntü kaynağı olmuş, pek çok şair O’nunla ilgili eserinde bu irtihalden duydukları üzüntüyü dile getirmişlerdir. Fakat, bu konuda müstakil olarak yazılmış bir eser yoktur. Siyer ve Peygamberimizi konu alan diğer eserlerde ölümüyle ilgili bölümlere rastlanmaktadır. Bu türde yazılmış eserlerden en önemlisi Arif’in Vefâtü’nebi adlı eseridir. Bu eserde Peygamberimizin vefatı geniş şekilde anlatılmaktadır. Muhammediye ve mevlid gibi siyer türü eserlerde de Peygamberimizin ölüm hadisesi bölüm olarak yer almaktadır. Günümüz şiirinde de yine N. Fazıl Kısakürek’in ve M. Asım Köksal’ın siretlerinde irtihali anlatan bölümler bulunmaktadır.

ı) Şefaatnâme:

Şefaatnameler, Hz. Peygamberin ümmetine ahiretteki şefaatini konu alan eserlerdir. Bu konuya Ahval-i Kıyamet veya mahşername türündeki manzumelerde de rastlanmaktadır. Bu türün ilk eseri şair Ömeroğlu’nun (14. yy) 125 beyitli Şefâatnâme’sidir. Na’tlerin çoğu bu anlamda birer şefaatnâme sayılırlar. Zira şefaat isteğinin en çok dile getirildiği eserlerdir. Müstakil şefaatnamelere pek rastlanmaz. Divanlarda, tekke edebiyatı ürünlerinde ve günümüz şairlerinde de bu konudan söz eden şiirler görmek mümkündür.

i) Şemâil:

Hz. Peygamber, peygamber olmasının yanı sıra aynı zamanda bir beşerdir. O da her insan gibi yiyip içmiş, oturup kalkmış, çeşitli davranışlarda bulunmuştur. Ama bir peygamber olarak bütün bu davranışları şahsında mükemmelleştirmiştir. İşte Peygamberimiz bundan dolayı bütün müminler için bir örnek, model şahsiyettir.

Peygamberimizi hem bu model yönüyle tanımak ve tanıtmak hem de O’nu müminlerin yaşantılarında örnek almaları gibi sebepler ortaya şemail türündeki eserleri çıkarmıştır.

Türkçede çok sayıda şemail kitabı bulunmaktadır. Bunların büyük bir bölümü Tirmizi’nin kitabının metin veya şerhlerinden ibarettir. Bunlar arasında Hoca İshak Efendi, Akkirmani Mehmed, Kırımi Lütfullah Hüsameddin Nakşibendi, Eyüp Sabri Paşa, Muhammed Esed’in çalışmaları sayılabilir. Günümüz şiirinde de Mustafa Fehmi Gerçeker, Necip Fazıl, Hayrettin Karaman ve M. Asim Köksal’ın eserlerinde bu türden bölümlere rastlanmaktadır

j) Hilye:

Hilyeler, Hilye-i saadet veya Hilye-i Şerif ifadeleriyle bir deyim olarak öncelikle Peygamberimizi anlatan eserlerdir. Ama zamanla diğer peygamberler ve dört büyük halife için de yazılmışlardır. Bu durum, hilyelerin asıl Peygamberimizle ilgili eserler olma özelliği kaybettirmemiştir. Hilyeler, aslında şemail’in bir bölümü olarak Hz. Peygamberin bir çeşit fizikî ve ruhî portreleridir. Müstakil olarak yazılanları da olduğu için ayrı bir tür olarak da ele alınabilir. Yine hilyeler, mirâciye ve mevlidler içinde de yer alabilir. Manzum ve mensur olarak yazılırlar. Manzum olanlar mesnevi tarzındadır. Edebiyatımızda bu türün en tanınmış örneği Hakanî’ye aittir. Ayrıca, Altıparmak Mehmet Efendi, Neşati Ahmet Dede, Süleyman Nahifi, Ahmet Süleyman Bey, Eyüp Sabri Paşa, Abdülvahap Dursun, Nesimi Mehmet Efendi, Mustafa Bosnavi anılması gereken isimlerdir. Zamanımızda da “Hilye-i Fahr-i Âlem” adıyla Mustafa Fehmi Gerçeker tarafından yazılmış ve 1944’te İstanbul’da basılan bin beyit civarında bir mesnevi bulunmaktadır.

k) Esmâ-i Nebi:

Bu tür eserlerde Hz. Peygamberin dini kültürümüzde yer alan isimleri konu olarak işlenmiştir. Peygamberimizle ilgili kullanılan bütün bu isimlerin sayısı bin civarındadır. Hemen hepsinde O’nun maddi ve manevi üstünlüğü, örnek şahsiyeti dile getirilir. Yine bu isimler, O’na duyulan sevginin, O’ndan şefaat dilemenin bir ifadesidir. Bu türdeki eserlerin en önemlisi ve en tanınmışı Süleyman Cezeri’ye aittir. 16. asırda Kara Davut tarafından Türkçe olarak da şerh edilen bu eserde peygamberimizin iki yüz bir ismi ele alınıp açıklanmıştır. Halk arasında Kara Davud veya Delâil-i Hayrat Şerhi diye bilinen bu eserde her ne kadar isim sayısı yüz bir olarak belirtilse de bu sahadaki kimi eserlerde isim sayısı bin, iki bin yirmi olarak da verilir. Ayrıca Divanlarda ve na’tlarda Peygamberimizin isim ve sıfatlarının zikredildiğini de söylemek gerekir. Hüseyin b. Ahmed Sîrozi, Halimi, Nazim, Haşmet, Hasibi Üsküdari’nin şiirlerinde ayrıca Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inin Münâcât bölümünde yer alan peygambere övgü bölümünde Hz. Peygamberin isimlerinden bazılarına yer verilmiştir. Bu isimleri, parça parça hemen her eserde bulmak mümkündür.

l) Manzum hadisler:

Zaman içinde kırk, yüz ve bin gibi sayılara özel bir önem verilmesinden dolayı Hz. Peygamberin hadisleri de bu sayılarla tanzim edilerek manzum ve mensur olarak tercüme edilmişlerdir. Aralarında seksen hadis, beş yüz hadis olarak düzenlenenleri de vardır. Özellikle kırk hadis kitapları çok meşhurdur. Zamanla, İslâmî edebiyatta hadislerden kırk tanesini bir kitapta toplamak, Türkçeye çevirmek ve nazma çevirmek bir geleneğe dönüşmüştür. Kırk hadisler gibi zaman içinde yüz hadis ve bin hadis tercümeleri de yapılmıştır. Fakat bunların sayıları kırk hadisler gibi fazla değildir. Bu konudaki Türkçe ilk manzum eserler özellikle kırk hadis konusunda Mahmud b.Amli’nin Nehc’ül Ferâdis ve Kemal Ümmi’nin Kırk Armağan isimli eseridir. Daha sonra bu isimlere Nevai, Usuli, Nev’i, Lâtifi, Hakani, Abdülkerim Melami, Merdümi, Fuzuli, Nabi, İbn Kemal, Gelibolulu Mustafa Ali, Kadri, Kaşif, İ. Hakkı Bursevi, Mehmed Zühtü gibi isimler eklenmiştir. Yüz hadis kitaplarına örnek olarak da Mehmed Hatipoğlu’nun Ferahname’si, bin hadise ise Vecihi Paşazâde Kemal’in “Manzum Bin Hadis Tercümesi” verilebilir. Cumhuriyet’ten sonra Latin harfleriyle kırk hadis konusunda Ahmet Hamdi Akseki, Kemal Edip Kürkçüoğlu, Abdülkadir Karahan, Cemal Öğüt, Hasan Basri Çantay, Said Çekmegil gibi isimlerin çalışmalarını sayabiliriz. Bin hadis konusunda Vecihi Paşazâde Kemal’in Bin Hadis tercümesi çok bilinen bir eserdir. Günümüz edebiyatında Necip Fazıl manzum yüz bir hadis çalışması yapmıştır. Yine M. Asım Köksal’ın Peygamberimiz isimli eserinde manzum hadis çevirileri bulunmaktadır.

m) Na’t:

Hz. Peygamberi konu alan eserlerin en önemlisi şüphesiz ki na’tlardır. Na’tlar, genellikle kaside formundadır. Ancak, gazel ve musammat gibi başka formlarla hatta bütün nazım şekilleriyle na’tlar yazılmıştır.

Na’tlarda da Peygamberimizle ilgili hemen her şey, isim ve sıfatları, hayatına ait çeşitli olaylar, bedeni özellikleri, ahlakî özellikleri, mucizeleri, üstünlüğü konu edilmiştir.

Türklerin İslâmiyet’i kabulünden itibaren hem Çağatay hem Anadolu sahasında pek çok na’t şairi yetişmiştir. İlk örneğine ise Yusuf Has Hacib’in Kudadgu Bilig isimli eserinde rastlanmaktadır. Edip Ahmet Yükneki’nin Atabet’ül Hakayık’ında da na’t bulunmaktadır. Anadolu sahasının dışında na’t şairlerinden bir önemli sima da Ahmet Yesevi’dir. Onun hikmet adını verdiği şiirlerinde de samimi ve yoğun peygamber sevgisi dile getirilmiştir.

Sonraki yüzyıllarda ise Çağatay sahasında Haydar Tilbe, Seydi Ahmet Mirza, Lütfi, Gedâi, Harezmi, Sultan Baykara, Ali Şîr Nevai, Şeybânî, Ubeydullah Han, Babur Şah ve Kamran Mirza önemli na’t yazarlarıdır. Anadolu sahasına geldiğimizde ise hem halk hem divan hem de tekke edebiyatında pek çok na’t yazıldığını görmekteyiz. Halk edebiyatında hem anonim hem de âşık tarzında peygamber sevgisini konu alan pek çok eser vardır. Anonim halk edebiyatında; ninni, bilmece, dua türünde örnekler ortaya konulurken âşık edebiyatında da başlangıçta müstakil na’tlara rastlanmakla birlikte mısra, beyit ve dörtlük düzeyinde Hz. Peygamberin övüldüğü görülür. Müstakil na’tlarda ise Gevheri ve Kuloğlu ilk isimler olarak karşımıza çıkar. Onları sonraki yüzyıllarda Dertli, Bayburtlu Zihnî, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Aşık Şem’i, Seyrani, Tokath Nuri, Beşiktaşlı Gedai, Hicabi, Gülşeni, Çıldırlı Aşık Şenlik, Cemal Hoca, Aşık Deryami, Artvinli Pervani, Ali Aşık Rahmâni na’t türünde şiirler yazmışlardır. Dede Korkut hikayelerinin dua bölümlerinde de peygamberimizden bir cümleyle de olsa mutlaka bahsedilir.

Tasavvuf edebiyatında ise Yunus Emre, Mevlânâ, Dede Ömer Ruşeni, Hâlet-i Gülşenî, Şah İsmail, Üftâde, Arşî, Kul Himmet, Seyfullah Nizamoğlu, Şemseddin Sivâsî, Muhyî, Aziz Mahmud Hüdâyî, Sunullah Gaybi, Hasan Kenzi, Niyazi Misri, Sezai Gülşenî, İsmail Hakkı Bursevi, Erzurumlu İsmail Hakkı, Müştak Baba, Kuddusi, Yaman Dede na’t geleneğine önemli katkıları olan şairlerdir. Tanzimat döneminde edebiyatımız her ne kadar bir kırılmaya uğrasa da na’t geleneği bu devirde ve bundan sonraki Servet-i Fünun, Fecr-i Âtî, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet edebiyatı devrelerinde de devam etmiştir. Na’t yazan şairlerin sayısı günümüzde de çoktur. Tanzimat’tan günümüze değil bu halka içerisinde Ziya Paşa, Mualim Naci, İsmail Safa, Recâizâde Mahmut Ekrem, Hüseyin Siret Özsever, Mehmet Akif, Ali Ekrem Bolayır, Arif Nihat Asya, Kemal Edip Kürkçüoğlu, Enver Tuncalp, Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu, Şahin Uçar, Ahmet Efe, Ali Ulvi Kurucu, Muhsin İlyas Subaşı, M. Atilla Maraş, Şükrü Karaca, Fatih Okumuş, Nurullah Genç isimleri sayılabilir.

Mustafa Özçelik

Kültür ve Medeniyet dergisi, Sayı: 3

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu